29 Mart 2008 Cumartesi

Mücerret Adamın Diyalogları















Arayan: Hah! Nerdesin ya? Aramadığım yer kalmadı seni bunca zamandır.
Aranan: E burdaydım hep.
Arayan: Nerdeydin?
Aranan: Hep olduğum yerde, gözünün önünde, evinin dibinde, kalbinin içinde.
Arayan: Ne diyorsun ya? Sanki gözüm de, evim de, kalbim de hiç değişmemiş gibi bunca yıldır.
Aranan: Değişmiş değişmesine de, pek bir yere varamamışsın bakıyorum.
Arayan: Ağzını topla be! Ne demek istiyorsun sen?
Aranan: Şunu demek istiyorum. Onca çabayı beni aramak için sarfedeceğin yerde, şöyle iki dakika soluklansaydın her şey çok farklı olabilirdi.
Arayan: Bir bok değişmezdi de. Hem gel bakayım sen şöyle yamacıma. Şöyle bir sarılayım, tadına bakayım, neymişsin bir anlayayım.
Aranan: Buyur misafirim ol.
Arayan: Eee? Hiçbir şey hissetmiyorum.
Aranan: Ne hissetmen gerekiyordu? Ne söylendi sana?
Arayan: Bilmem. Bilseydim daha önce bulurdum seni zaten. O yazıları kaleme alanlar, müzikleri besteleyenler, filmleri çekenler ne anlattıysa onu biliyorum.
Aranan: Düşündüğümden de aptalmışsın, göründüğünden de fasulyeymişsin. Milletin lafına takılıp yollara düştün değil mi beni bulmak için?
Arayan: Başladık yine hakaret serenatlarına. Ya kardeşim üstüme üstüme geleceğine, hissettirsene kendini! Bu ne biçim iş! Yoksa sen o değil misin?
Aranan: Ta kendisiyim. Öyle olmasa bu diyalog yazılmazdı boşu boşuna değil mi? Ucuz sürpriz sonlu bir film mi sandın sen hayatı ve de senin anlayışınla "Beni arama sürecini" yoksa?
Arayan: Başta vaadettğin hissiyatı vermediğin gibi, üstüne üstlük kalbimi kırmaya başladın.
Aranan: Haklısın. En iyisi sen git artık. Gördüğün gibi benden sana hayır gelmez.
Arayan: Nasıl ya? Napcam ben şimdi peki?
Aranan: Bilmem. Değişmeye devam et bakalım, nereye kadar yolun var bir görelim. Ona göre yeni bir yöntem geliştirmeye çalışırız.
Arayan: Ama hiç olmadı ya bu böyle.
Aranan: Oldu oldu.
Arayan: Arada bir ziyaretine gelsem, artık yerini de öğrendim hah?
Aranan: Hay hay. Ben hep buralardayım.
Arayan: Peki. Bana müsade o zaman. Yalnız. Son bir sorum olacak. Senin türünün tek örneği misin? Yoksa başkaları da var mı?
Aranan: Şimdi aklın çalışmaya başladı bakıyorum. Hep böyleydin zaten. Uyum sağlamaya başladığın anda, bulunduğun ortamdan ayrılmak üzere olurdun. En azından tutarlısın, bak bu da bir meziyettir. Değerini bil.
Arayan: Soruma cevap alayım.
Aranan: Aldığını varsayıyorum. Hadi beklerim yine, kendine mukayyet ol. Çok takma bu işleri kafana, görürsün zaten benden başkaları da var mı yok mu bu vesileyle.
Arayan: İyi. Peki o zaman. Görüşmek üzere.
Aranan: Selametle canım benim.

21 Mart 2008 Cuma

Link to link

Buranın hakkını veriyoruz ya güya, kabımıza sığamadık bir de şu adreste şube açtık efendim.
http://www.flickr.com/photos/mekinci/

9 Mart 2008 Pazar

New York Stories



New York Stories tam bir trivia cenneti o yüzden direk bilgi bombardımanına başlıyorum. Filmin kendisi organize olamamış ben nasıl burada iki günlük blog yazarlığımla derli toplu bir yazı yazayım. Filmi izleme nedenim Woody Allen idi ne yalan söyliyeyim, o yüzden genelde Oedipus Wrecks üzerinden konuşacağım.

New York aşığı üç yönetmen. İkisi İtalyan, biri Yahudi. Scorsese (bazılarına) gereğinden fazla gerçekçi, Coppola anlamsız, Allen yine bal-kaymak.
Kirsten Dunst'in ilk olarak beyaz perdede (Allen'ın oynadığı karakterin mustakbel üvey-4 yaşındaki kızı şeklinde) göründüğü yapım.
Türk Reklamcılığının ilham kaynağı olarak Batı Kültürü Emülatorü Version 1.2'in bilimum yamaya ihtiyaç duyan kötü bir sürümünü kullandığının bir kanıtı daha.
Larry David'in kayda değer miktarda oyunculuğu var ve gerçekten çok komik (Seinfeld ve Curb Your Enthusiasm meraklılarına özellikle). Şu anki Larry neyse 1989'daki Larry de o. Aynı sinir, aynı stres, aynı tok ses. Tek fark askeri alan etrafına çekilen dikenli tel örgülerine benzeyen saçları. Allen'in Radio Days'inde de oynuyormuş Larry David.
Woody Allen'ın annesini oynayan teyzenin olayı (Mae Questel) sanırım eskinin orijinal çizgi filmlerinde bizim Temel Reis'in Safinaz'ını (Olive Oyl yani) ve de genç kızlarımızın kültür ikonu olarak pek bir sevdikleri Betty Boop'u yıllarca seslendirmiş olması. Yukarıdaki videodan tahmin edileceği üzere Woody Allen, annesini oynayan karakterin sesindeki cırtlaklığa bir hayli vurgu yapıyor.
Yine casting üzerinden bir gereksiz detay. Allen'in sağır ama sempatik teyzesini oynayan hanımteyze, Allen'in lisedeki biyoloji öğretmeniymiş.

Daha onlarca detay yazılabilir film hakkında. Scorsese'nin Life Lessons'ı, tutkulu ressamımız Nick Nolte'ye eşlik eden boyalı old school rock parçaları için izlenebilir, boşuna adam Rolling Stones hakkında belgesel çekmedi son zamanda. Aman Coppola'nın Life Without Zoe'suna bulaşılmasın, gerek yok. Allen zaten malum.

6 Mart 2008 Perşembe

There will be Brahms (or Blood whatever)



"Cadenza often refers to a portion of a concerto in which the orchestra stops playing, leaving the soloist to play alone in free time (without a strict, regular pulse) and can be written or improvised, depending on what the composer specifies. This normally occurs near the end of the first movement, though it can be at any point in a concerto; an example is Tchaikovsky's First Piano Concerto, where in the first five minutes a cadenza is used. It usually is the most elaborate part that the solo instrument plays during the whole piece. At the end of the cadenza, the orchestra re-enters, and generally finishes off the movement on their own, or, less often, with the solo instrument."

Yukaridaki tanımı wikipedia'dan direk aldım, çünkü öbür türlü cadenza denen terimi anlatacağım-tanımlayacağım derken ne lafı toparlayabilecektim ne de bu terim üzerinden (klasik müzikle bu kadar 'alaylı' (hani mektepli olmayan) bir şekilde ilgili olup, onla ilgili spefisik terimleri başka şeylere bağlamak zor bir şey olsa gerek) vurgulamak istediğim noktaya gelebilecektim (Bakın hala gelemedim!).

Brahms yukarıda dinlemekte olduğunuz keman konçertosunu 1878 yılında çok sevdiği dostu, kemancı Joseph Joachim için yazmış hatta ve hatta solo kısımların bestelenmesi ve notaya dökülmesi sırasında Herr Joachim'in yardımına ziyadesiyle ihtiyaç duymuş. Cadenza diye adlandırdırılan doğaçlama, solistin orkestradan bağımsız coştuğu anlar kuşkusuzdur ki siz değerli dinleyici ve okuyucuların da dikkatini çekmiştir. Tıpkı Daniel Day Lewis'in (boşuna Oskar vermemişler adamcağıza) There Will Be Blood'da sinema izleyicisinin dikkatini çekmesi gibi. Ya da filmdeki Sunday kardeşlerin ikisini de başarıyla oynayan Paul Dano (hani şu Little Miss Sunshine'da, odasında kocaman Nietzsche resmi olan, bir süre hiç konuşmadan oynayan çocuk).

Paul Thomas Anderson, There Will Be Blood'ın seyrek ama etkili, 'cadenza'vari öğeler içeren oyunculuklarının ne kadarını önceden planlamıştı bilinmez ama Credits'in devreye girmesiyle patlayan Brahms'ın kemanı, yarım saattir kelimelere dökmeye çalıştığım söz konusu analojiyi zihnime anında çakıverdi. Bravo sana Anderson ve de Brahms. Bravo sana Gidon Kremer ve de Daniel Day Lewis-Paul Dano ikilisi. Bravo sana Viyana Filarmoni ve de There Will Be Blood film ekibi. Geriye sadece notalar ve çağrıştırdıkları görsel malzeme kalıyor.

2 Mart 2008 Pazar

Münevver Kafalar


"Intellectuals are like mafia.
They only kill each other."
Stardust Memories, Woody Allen, 1980.