18 Eylül 2007 Salı

Fiziksel degil fikirsel yerlesim

"Ne yapmak istedigini bulduguna sevindim." Bu cumleyi duydugunuz anda olay yerinden uzaklasmaya bakin. Ciddi soyluyorum. 22 yasinda, universiteyi bitirmek uzere olan, gelecegi "belirsizlik"lerle dolu bir genc adamsaniz, uzerinize gelen "hayat sekillendirme mufettisleri"nden kacin. Onlarin mottosu bu cumle cunku. Bilmiyorum. Olaya biraz paranoyak bakiyor olabilirim. Ama olsun, su anda oyle bakmak istiyorsam, elimden gelen ne gelir? Zihnimden baska ne gecer?
Konuyu biraz acalim zira cok sert girdim yaziya. Son bir senedir kendimi bitmek bilmeyen bir mulakat ve sorgu icerisinde hissediyorum. Iskeleden bindigim taksi sofuru ile konusurken de boyle, liseden beri gorusmedigim insanla biralari yuvarlarken de. Okul bitiyor ya, e artik bir baltaya sap olma vakti geldi. Zaten omrumuz "umut vaadeden genc akademisyen adayi, ogrenci; memlekete hizmet edecek birey; ailenin biricik erkek torunu, yegeni" pohpohlamalariyla gecmis.
Hal boyle olunca, insanlarin size pragmatik yaklasimla teftise gelmesi ve hic gitmemesi gibi bir durum olusuyor. Teftis konusu belli. "Hayatini nasil sekillendiriyorsun evladim? Is(in)e yarayacak bir seyler vardir elbet. Bunca yil okudun, okuttuk, okutuldun. Hadi bakalim anlat."
Buraya kadar bir sorun yok. Yani. Aslinda var da, yok diye varsayiyorum. Diyaloga devam etmek lazim. Insaniyet acisindan. Sosyal teori acisindan. Gundelik yasamin sagligi acisindan.
O gunku halet-i ruhiyenize bagli olarak detayli ya da ustunkoru, kafanizdaki planlari anlatirsiniz. Guzel. Ustune karsidan o tebdil-i kiyafet, aba altindan sopa gosteren cumle gelir.
"Ne yapmak istedigini bulduguna sevindim."
Anlatilan seyler idealisttir ya. Daha onceden sizle ilgili bilinenlerden farklidir ya. Yeni alinan bilgi, kalici olandir. Oyle olmak zorundadir. Icerige bagli sartlar onu gerektirmektedir. "Antropoloji ha? Aaaaa ne guzel! Ne yapmak istedigini bulduguna sevindim!"
Samimi soyluyorum bu yuzeysel cumle yerine; "Hmm, antropoloji ha? Ilginc tabi. Neler var kafanda? Ne yaptin da bu gelecegi sectin simdilik?" tarzi laflar duysam; karsimdaki insanin suratinda "Ya, bu cocugun da kafasi biraz karisik belli. Hadi bakalim gorecez ne yapacagini" ifadesi gorsem; cok daha mutlu mesut ayrilacagim olay mekanindan. En azindan samimiyet var o mesafeli cevabin icinde.
Diger insan! Lafim sana! Madem bu kadar ciddi konulari aciyorsun bana, bari boyle yuzeysel yorumlarda bulunma ya! "Bulmak" nedir ki, anlayabilmis degilim ben zaten. Acayip, retorik bir emrivaki.
Bu konuyu Hermann Hesse karakterlerine baglayip, derin toplumsal analizlere girme niyetindeyim ama nasil olur bilmiyorum. "Ben"ligini arayan, o cayir senin bu sehir benim dolasan, "birikimleri"ni bir cirpida birakma ve yeni yollara koyulma cesareti olan, eylemleriyle "maymun istahli", "tutarsiz", "liberal", "sadakatsiz" damgasi yiyen karakterlere yapilan, dayattirilan bir emrivakiden bahsediyorum. Herr Hesse'nin romanlari bunlarla dolu (caktirmayin seytanin avukatini oynuyorum). Goldmund'un heykel ustasindan, Siddartha'nin babasindan, Bozkirkurdu'nun tartistigi profesorden duyar gibi olursunuz o etkili cumleyi. "Ne yapmak istedigini bulduguna sevindim." Stabiliteden bahsediyoruz. Bulup, yerlesmekten. Fiziksel bir sey degil bu. "Fikirsel Yerlesim." "Luksunuz yok. Topluma karsi sorumluluklariniz var ve hemen yerine getirmeye baslamalisiniz. Onlara muhtacsiniz. Gun gelip isiniz dusecek. Onun icin, toparlanin. Ne yapmak istediginizi de buldugunuza gore, devam edin."
Cok agresif ve bencillik kokan bir yazi oldu farkindayim ama bazen hakikaten isyan edesi geliyor insanin. Yasi ne olursa olsun, butun o ergen asabiyeti ve bunalimiyla bagirmak geliyor. Ne kadar sacma ve klise oldugunun farkinda olsa da. Rasyonellikten bir nebze uzaklasmak istiyor. Ozelestri yapmaktan, isleyen motorun hiriltisini duymaktan bitap dusmusseniz, disardan gelen elestriye takatiniz kalmayabiliyor. Super-ego'nun kafalara kaktigi "Get a life man!" ideasindan kacip, irmak kenarinda oturmak istiyor insan. Gercekten o kadar luks mu bu? Yoksa toplumsal yapinin bize dayattigi bir sey mi sadece?
Lafi yine Hesse'den bagliyacagim ama yeni bir baslik acaraktan. Hesse kitaplari Nazi Almanya'sinda yasaklanmis 1930'larda. Ironik odur ki, "Eugeny role model" kokeni Hint Yarimadasinin bir donem hukumdari Aryan irkindan olan Nazi Almanyasi, ayni topraklarin felsefesini benimsemis Hesse'yi disliyordu. Nedeni de cok acik. Gucunu kollektif bir bicimde hareket eden, dusunen, ureten, ureyen insanlarindan alan bir ulkeden bahsediyoruz. Yapisalciligin hakim oldugu topraklardan. E simdi siz kalkip bu adamlara, "Ben dogu felsefesini ozumsedim, uzun bir yolculuga cikma niyetindeyim, kendimi, icimdeki "ben"leri, "Om"u ariyorum, kazik kadar oldum ama ruh olarak ergenim, yarismaci arkadaslara basarilar dilerim" derseniz, tabii ki sizi dislarlar, tabii ki de yasaklarlar. Ben sanmiyorum ki bu durum Nazi Almanya'siyla sinirlidir. Hesse tarzi bir felsefeyi gudenler, gunumuz toplumlarinin genelini olustur(a)mazlar gibi geliyor uzun lafi kisasi. "Oooo, Hesse okuyorum, cok marjinalim, cok farkliyim!" tarzi bir arguman sunmuyorum kesinlikle. Ama bir yandan da, o taksi soforunun bakis acisini aklimdan cikarip atamiyorum.

- Ne okuyoruz genc?
- Biyoloji abi.
- Nasi bi sey bu simdi, tip gibi bi sey mi? (benim cevap "molekuler biyoloji ve genetik" olsaydi, bu replik "tip tutmadi mi"ya donerdi, tecrubeyle sabittir)
- Eh oyle de sayilabilir. Insan calisman gerekmiyor. Canli olan herhangi bir seyi inceliyosun, okuyosun iste durmadan.
- Ha sen profesor gibi bi sey olacan ("bi boka yaramican"in kibarcasi). Bak benim bi yegenim var, herif haytanin teki ama kafasi zehir gibi..... (Bu diyalog boyle gider)
- Ben musait bir yerde ineyim.

14 Eylül 2007 Cuma

Istanbul mu, you stumble mi?



Berlin konusu acilmisken, U2'nun soz konusu klibini paylasmadan edemedim (sanki yillardir biliyormusum gibi, daha bugun ilk defa izledim be!). Neyse klibe rastgelmemistim ama parcayi U2 favorilerime baya zaman once yerlestirmistim. Hatta o zamanlar genciz, heyecanliyiz. Ingilizcemiz de o kadar mantik cercevesinde ilerlemiyor, "Sagir duymaz uydurur" zihniyeti duruma hakim. Ikinci verse basindaki
"Red light, grey morning
You stumble
Out of a hole in the ground"un, "you stumble"ini baya baya "Istanbul" diye duymustum ben. Ilerleyen kisimda "Miami, New Orleans, London, Belfast and Berlin" diye devami da geliyor ya. Gercegin farkina ne zaman vardim hatirlamiyorum.
Parcanin gezi soundtrack'ina girmesi dilegiyle..

Wir fahren nach Berlin!

Basliktan da anlasilacagi uzere, Berlin yollarina dusmek uzereyim. Uzereyiz daha dogrusu, Sinan'la beraber. Entellektuel olma gayretindeyiz ya, e birazcik (Sinan'in benden cok) U2 dinlemisligimiz de var. E o zaman 4 gunlugune de olsa nereye gidilir? "Berlin tabii ki abi!" Isin dogrusu, German Wings Turkiye'den direk Almanya ucuslarini Dusseldorf'a yapsaydi yazinin basligi "Wir fahren nach Dusseldorf!" da olabilirdi gayet, eninde sonunda Berlin'e ugramaya niyetlendiysek de.

Yolculugun arifesinin halet-i ruhiyesiyle ilgili daha once de yazabilirdim ama burokratik gidisat yani "4 gunluk turist vize"yi barindiran pasaportum Alman Konsoloslugundan daha bu aksamustu geldi. Gecmis donemde yasadigim Amerika vize sorunlarindan sonra (reddedilmedim ama bekletildim diyelim) "Bati"yla olan ilk dis munasebetim bu vize basvurusu oldugundan dolayi, anksiyetemi, son ana kadar, ayni duzeyde tutmayi basardim valla. Simdi ise tuhaf bir mutluluk var. Gozlerde bir doluluk, boyle bir patlama oncesi sessizlik.
Gidiyoruz ya!

Gectigimiz temmuz ayi, Bursa'da kazidayken, o kiymetli aksamustu sekerlememin sonuna dogru belli oldu bu seyahat aslinda. Uykunun sonuna dogru vucut bulan pelte halinden kurtulmak icin yatakta gerine gerine bir o yana bir bu yana donup dururken, Sinan'in "Abi ucuza bilet buldum Berlin'e, sen de gelmek ister misin? telefonu geldi. Aslinda o donem oyle bir moddaydim ki, teklif edilen istikamet Berlin degil Patagonya olsaydi (Patagonyalilar alinmasin, en son boyle bir tartisma ciktiginde Mehmet Yasin bir sonraki gezi yazisini Guney Arjantin uzerine yazmisti), yine kredi karti numaralarimi verip, o istikamette yoluma devam ederdim. O an bileti alinca gitmis kadar oldum zaten Berlin'e. Boyle nazar degmesin diye kimseye soylemiyorum. Hatta mal gibi Sinan'i da tembihliyorum, "Kimseye soyleme buyusu bozulmasin" diye. Neyin neresi bozulacaksa! Hayir efendim boyle zamaninda niyetlenip, kirk sulalemize ballandira ballandira anlatip, sonrasinda patlayan (kasirga olaraktan da (Katrina), vize basvurusu olaraktan da) seyahat planlarim var. Uzun ve huzunlu mevzuular simdi anlattirmayin canim.
Sonra kazi bitti, bir suru yere gidilip gelindi. Gecen sali da (11 eylul sabahi yani) Gumussuyu Satosunun surlarina dayanildi. Basvuru yapildi. Sonucu beklenmeye basladi (Basvuru surecinde toplanan belgeler, dolayisiyla yasanan gereksiz gerginliklere vs. deginmiyorum hic, gerek yok).

Ya bu birini beklerken evde gecirilen zaman kadar iskence bir sey yasamadim sanirim. Iskence lafi iddiali oldu biraz farkindayim. Gicik diyelim isterseniz. Daha kucukken gelisti bende sanirim bu hissiyat. 7-8 yasinda cocuksundur. Aksam yemege misafir gelecektir. Senin de sevdigin insanlardir. O velet halinle, oturup muabbet etmekten, "kendini buyuk hissetmek"ten keyif aldigin insanlardir (Mizansen yaratiyorum. Caktirmayin, bozmayin havami). Atiyorum, bu insanlar 8'e dogru mu gelecekler, gunlerden de cumartesi. Abi, aksamustu 5'ten baslayarak ben hicbir sey yapamaz hale gelirdim. Anne zaten evin icinde fir donuyordur. Sofranin kurulmasina yardim edersin falan. I ih. Kesmez. Ne yapmaya baslasam, 10 dakika sonra konsantrasyonumu kaybederdim. Birileri gelecek ya eve. Her an gelebilirler! Tetikte ol! Rahat durma, ortaligi dagitma! Boyle salak salak salonun ortasinda dolanir dururdum valla. Bugun de ona benzer bir durum soz konusu oldu. UPS getirecek pasaportu. Sabah girdim baktim sitesine, 9:kusurda Umraniye'den yola cikmis benim pasaport. Bir yandan diyorum ki; "Ulan simdi Umraniye taa neresi, Moda heralde bu herifin son duragi olur, aksama kadar gelmez." Ama bir yandan da her an gelebilir anksiyetesi, erkenden cikti ya yola. Valla yemeden icmeden kesildim yahu. Sicasim var. O da olmuyor. Simdi tam sifonu cektigim anda, herif gelir. Kapiyi duymam. Evde kimse yokmus diyip, ceker gider falan. Sonra ugras dur. Oturdum salak salak bir seyler okuyayim, dedim. Olmadi. Winning oynayayim dedim. Olmadi. Oyuna kendimi veririm de kapinin calmasini duymam diye mi dusundum nedir? Histeri diye buna diyorlar sanirim. Hani Freud zamanindan sonrasina aktarilmamisti bu "hastalik"..

Neyse, aksamustu 6 sularinda geldi Kurye Kudret ve pasaport. Adama "Nerden kaldin Kudretcim ya!" tarzi bir cikis yapinca, "Eee.. Siz benim adimi nerden biliyorsunuz?" diye sordu haliyle. Adamlar kendi sunduklari internet takip sisteminden haberdar degilse ben napiyim. Orada kabak gibi yaziyodu sabahtan beri, "Umraniye'den yola cikti, Kudret Cakir getiriyor senin pasaportu Mehmetcim, merak etme, UPS'e guven sen" diye.

Lafi uzattim bu sefer ama olsun. Umalim da bir son dakika tersligi cikmasin, yola cikalim bir an once...

13 Eylül 2007 Perşembe

Facebook sen neymissin ya!

Valla kac aydir surekli kacindigim bir olusumdu bu site. Uye olanlar bilir, kendiniz bu tuhaf "yonjamsı" dunyanin bir parcasi olurken, e-mail hesabinizdaki adres listesindeki insanlara "Gelin siz de kapilin bu dalgaya!" mesaji atabiliyorsunuz. Gecen donemden beri gelen mailleri umursamamaya calisiyordum. Taa ki, kuzenimin dugununde, kendisiyle alakasiz bir sekilde halay cekmeye basladigim, pek kadim dostum Ozgur Bozcaga'nin israrlarina dayanamayip uye olana dek. Ne yalan soyliyeyim, ortam etkileyici. Her sign out ettiginizde, buruk ama bir o kadar da keyifli bir nostaljik tad birakiyor damaklarda. Insanin Ilkokul-Ortaokul mezuniyet toreninden sonra, kulaktan dolma haberleri saymaz isek, bir daha hic gormedigi-konusmadigi arkadaslarina onca yil sonra yeniden rastlamasi gercekten tuhaf bir duygu. Bu site yuzunden midir artik bilmiyorum, yillarin, sanildigindan da hizli gectiginin farkina vardim su son donemde. Degismeyen yuz ifadelerine araya giren zaman icerisinde eklenen "dokulen sac", "alinan kilo", "degisen tarz", "birakilan kirli sakal" ozellikleri. "Ulan bu herifle servisle eve donerken az kavga etmedik, nasil olmus da universiteyi bitirmis, master'a bile baslamis?" hayiflanmalari. Soz konusu insanlarin fotograflarina bakinca hafif hafif icinizi sallayan, tuhaf bir kiskanclik hissi hatta. Haset degil kesinlikle. Ama ne zaman birbirimizi biraktik da; baska insanlarla takilmaya basladik, baska sehirlerde gezdik, eglendik, yedik, ictik, sevindik, rezil olduk, uzulduk, toparlandik?
Bilgi oburlugunun baska turlusu sanirim bu. "Ani birlikte yasama oburlugu" mu desek? Yanindakilerle tanismasam da, 10 senedir gormedigim ortaokul hazirliktaki sira arkadasimin bu yazki Bodrum tatilinde olmak istemez miydim? Isterdim sanirim. Ben o sirada, Bozcaada'da gunumu gun ediyorsam bile. Gereginden fazla romantik oldu farkindayim ama insan, bazi (zamaninda hayatinin onemli bir kismini isgal eden) kisileri, olgulari, degerleri, seyleri unuttugunun farkina varinca gercekten boyle hissedebiliyormus. O uzun arkadas listesinde, bambaska ortamlarda tanistiginiz insanlarin, o "gulumseyen" profil resimlerini alt alta, ust uste gorunce boyle hissediyormus. Anilar kisa devre yapiyormus, birbirini domine etmeye calisiyormus. Romantik mi, melankolik siz karar verin..

Wikipedia hastaligimin kazandirdigi insanlardan biri olan, Yale'in unlu psikoloji arastirmacisi Stanley Milgram'in deneylerinden biri olan "Small World Experiment"in de, en azindan belli bir donem ve sosyal cevre insanlari icin gecerli olduguna inanmaya basladim Facebook yuzunden. Ayni network ustundeki insanlar, atiyorum 6 kisi uzerinden, tanidigin-tanidiginin-tanidiginin-tanidiginin-tanidiginin-tanidigi cikarlar. "Friends in common" buttonu bu ise yariyor sanirsam. Farkli zaman dilimlerinde tanisip, kaynasip, koptugunuz farkli insanlar bir bakmissiniz, sizden ayri bir ucuncu boyutta ayni sekilde muabbeti ilerletmisler. Herkes birbirine ayni soruyu soruyor. "Sen bunu nerden taniyorsun?", "Hayir, anladim da; sen onu benim yanimda gormus muydun ya?", "Allah allaaah! Yahu kardesim, bu herif senin listende ne ariyor yahu?" gibi.

Kac keredir bu tarz olusumlar biz bumerang kusagi arasinda populer olup daha sonra bu populeritesini kaybetmistir. Detayli bir liste icin, "80'lerin sonunda 90'larin basinda cocuk olmak" tarzi gruplara basvurabilirsiniz. Ama Facebook sanirim daha uzun soluklu bir macera olacak. Cunku cok daha fazla insan kullaniyor. Eskiden, en azindan benim icin, hep belli bir kesime hitap eden siteler mevcuttu. Atiyorum, Ortakantin, sosyallesmeye calisan universiteliler; Yonja, koku Darwine uzanan hormonal guduler; Last.fm muziksever gencler vs vs. Facebook sanki butun bu insanlarin ustkumesini olusturuyor. "Internetle hic alakasi yoktur ya, oyle chatle mhatle" diyebilecegim cogu insan bile, baktim uye olmus, sayfasini cicekle bocekle doldurmus. Tabii, "Ben en populerim!", "En uzun arkadas listesi bende!" gaziyla, lisede kantinde karsilasti mi, yuzune bile bakmadigi insanlara dahi "Add as a Friend" requesti gonderen kesimi yukaridaki guzide grubun icinde gormuyorum, gormek de istemiyorum.

Simdilik aklima gelenler bu kadar. Daha uzun uzun yazilabilir tabii ama tadinda birakmak lazim..

Praise You



Hem basrol hem de yonetmen olarak Spike Jones imzali efsane klipte sample edilen parcanin akustik versiyonuna denk geldim bugun. Paylasayim dedim..

Bari bir işe yarasın...

Insan gunlerini, haftalarini, aylarini kimine gore keyifli kimine gore zaman kaybi islere ayirinca; bazen soyle bir durup dusunuyor. Tipki bu sabah acilan okudugunuz blog gibi. Madem bu islerle ugrasiyoruz, kafa patlatiyoruz. Mikrobu buradan da yaymaya calisalim. Bakalim kac kisiye daha bu bilgi oburlugunu bulastirabilecegim.

Efendim fildisi kulesinden kurtulmak icin cirpinan ama bir o kadar da usengec oldugundan basireti baglanan dunyama hosgeldiniz...